Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  PortalPortal  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 


 

 KÜLTÜR VE TEŞKİLAT (SOSYAL YAPI-İNSAN UNSURUNUN DEVAMI)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
TURANCI_DELİTAY
Onursal Üye
Onursal Üye
TURANCI_DELİTAY


Kadın
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 247
Nerden Nerden : ANKARA
Kayıt Tarihi Kayıt Tarihi : 13/02/09

KÜLTÜR VE TEŞKİLAT (SOSYAL YAPI-İNSAN UNSURUNUN DEVAMI) Empty
MesajKonu: KÜLTÜR VE TEŞKİLAT (SOSYAL YAPI-İNSAN UNSURUNUN DEVAMI)   KÜLTÜR VE TEŞKİLAT (SOSYAL YAPI-İNSAN UNSURUNUN DEVAMI) EmptyPaz Şub. 15, 2009 5:16 pm

Bozkır Türk "il"ini açıklarken, "Kara-bodun", "Tarhanlık" ve "Orun -ülüş" meselelerine de kısaca dokunmak gerekmektedir.

Kitâbelerde bodun tabiri bazan "kara" sıfatı ile birlikte kullanılmıştır. Buna karşılık bir de ak-beğ? ifadesinin bulunuşu Türk cemiyetinde bir "asiller" sınıfının varlığı hususunda tefsire neden olmuş gibidir (Meselâ, H. Namık Orkun, son ibareyi "asil beyler" olarak çevirmiştir). Devlet idaresinde hakana en büyük yardımcılar durumunda olan beylerin idare edilen halka göre üstün tutulması tabii ise de, bundan imtiyazlı bir sınıf hükmünün çıkarılması zordur. Nitekim kitabelerdeki hitaplarda çok kere devlette büyük memuriyet makamlarını işgal eden "buyruk"lar, beylerden önce yer almaktadır. Türkçede "kara" sıfatının, aslında, aşağı bir dereceyi değil, aksine, büyük, yüksek seviyeyi belirttiği görüşü de ileri sürülmüştür (ve Kara Han, Kara Ordu, Karaton gibi örnekler verilmiştir). Buna göre, kitâbedeki ifadeleri, "asıl, kalabalık bodun" diye mânâlandırmak gerçeğe daha yakın görünmektedir ve buna nazaran sayısı şüphesiz az olan beyler "ak" oluyor demektir. Eski Türk devletlerinde bazı yüksek memuriyetlerin ırsî olduğu iddia edilmiş ise de, "Beğ"liğin babadan oğula geçtiğine dair açık bir delil bulunmuyor (hükümdar sülalesine mensup olanlar hariç). Yukarıda beylerin seçiminden bahsetmiştik. Peçeneklerde K. Porfırogennetos'un açıkça belirttiği bu husus Hazarlarda hatta iktidar ve icrada hakandan da üstün durumda olan "Bey" bakımından da geçerli idi. Dede Korkut'da açıklandığına göre, bey olabilmek için, kan dökmek (mutlaka savaşa katılmak değil, meselâ, vahşi bir hayvan öldürmüş olmak) aç doyurmak, çıplak giydirmek, lâzımdır. Şartlar bunlardan ibarettir. Hazarlara dair İslâm kaynaklarında geçen "El-Hazar'ül-kh.ls." tâbirine dayanarak bir "asil Hazar" (khazar "pure-bred") kütlesinin varlığı görüşündeki isabetsizlik, bu kütlenin, Hazar ülkesinde yaşayan "Halis" adlı Müslüman Harezmliler olduğu anlaşılmakla ortaya çıkmıştır. Herhalde kitâbelerdeki şu ifade; Kagan, âilesi, bodun, şadapıt beyler, tarhanlar, buyruk beyleri, Dokuz-Oğuz beyleri, bir "sınıf" hiyerarşisi değil, doğrudan doğruya devlet içinde idare edenlerden, idare edilenlere doğru bir sıralama olmalıdır. Bozkır kültüründe hâkim zihniyet de bunu gerektirir.

Beylerin ve buyrukların vergilerden veya başka herhangi bir mükellefiyetten muaf tutulduklarına dair bir işaret yoktur. Tabgaçlardan beri mevcut olup da Gök-Türk imparatorluğunda önemli bir yeri olan "tarhan" (sivil ve asker nâzır, bakan, Tonyukuk'un ünvanı; Boyla baga Tarkan)'lar da, bizim tarih literatürümüzde yaygın kanaatin aksine imtiyazlı değil idiler. Tarhanlar, daha sonraları, Moğollar devrinde kendilerine hükümdar tarafından "Suyurgal" adı ile verilen ve irsen intikal eden topraklarla techiz edilmek, vergilerden muaf tutulmak, herhangi bir suçtan ceza görmemek ve bütün bunları 9 nesil boyunca geçerli saymak suretiye, imtiyazlı duruma getirilmişler, Tarhanlık müessesesi böylece ortaya çıkmıştır.

Bunun gibi, Türk kabile teşkilâtında önemli rol oynadığı ileri sürülen "Orun" (mevki), yani belirli kabilelere mensup şahısların meclislerde, büyük toplantılarda, toy (resmi ziyafet)larda belirli yerler oturması ve böyle toplantı ve ziyafetlerde yiyecekleri yemeklerin belirli olması, her birinin koyunun belirli yerlerini yemeye mecbur bulunması (ülüş) meselesi de daha sonraki devirlerde örf haline gelmiş olsa gerektir. "Harp ganimetleri bölüşülürken her kabilenin orun ve ülüşü dikkate alınarak, ona göre pay verildiği, önemli içtimalardan birinde orun ve ülüşün bir defa kaybeden kabile yahut oymağın yaylak, otlak, av, vesair şeyler üzerindeki hukukunu da kaybettiği"ne dair tesbitler ancak Moğollar zamanı ile ilgili görünmektedir. Çünkü bu hususlar yalnız Moğol devri tarihçisi Reşid'üd-din (öl. 1318)'in eserinde yer almış olup, daha önceye ait Türk belgelerinde, Orhun kitabelerinde,Kutadgu-Bilig'de ve DLT'de bu yolda tefsire elverişli hiçbir kayıt bulunmamaktadır (son zamanların araştırıcısı A. Krader de kitabelerde gördüğü sönük "kemik" kelimesini geçen asrın 2. yarısındaki yüzyıllarca Moğol tesirinde kalmış Orta Asya Türklerinde aristokrasiyi ifade eden Ak-süyek "ak kemik" tâbiri ile karıştırarak Gök-Türklerde de bu asiller zümresi var sanmıştır. Halbuki kitabelerde geçen kelime bir sosyal terim değil, doğrudan doğruya insan kemiğini ifade etmektedir). Bozkır bodun teşkilatında birliğe daha sonra katılan her boyun genellikle sınırlarda yer aldığı ve bunların, tehlikenin daha kesif bulunduğu ön saflarda savaşa sürüldüğü doğrudur. Fakat bu gibi boylar bu "mevki"lerini ebediyen muhafazaya mahkûm olmayıp, yeni iltihalar neticesinde, öndekiler geri çekilerek, bodun'un diğer üyeler ile eşit duruma gelmektedirler. Asya Hun imparatorluğunda 5 Hun kabilesinin - Tanhu ailesi ile akrabalıkları gözönüne alınarak- imtiyazlı durumda görünmüş olmaları da, ancak bu mekanizma ile izah olunabilir. Devletin kuruluşunda hizmeti geçmiş olan zümrelerin emir ve kumanda mevkilerini alarak idareci durumuna geçmeleri ve dolayısiyle devlette idare edilenlere nazaran nisbî bir farklılık göstermeleri tabiidir. Bu sosyolojik kaide hiçbir zaman ve hiçbir yerde değişmemiştir.

Hunlar'da şartlarını yukarıda belirttiğimiz bir köle sınıfının varlığına ihtimal vermek için de bu neviden "imtiyazlı"lık yeter derecede ciddî bir gerekçe sayılmamalıdır. Asya Hun devletinde şahıs köleliği olmadığına göre boylara bağlı "köle-kabile"lerin olacağı da şüphelidir, zira bu şekilde miras yolu ile intikal eden kütle köleliği Asya'da yalnız Moğollarda görülmektedir ("Unagon-bogol" sistemi).

Bozkır Türk devletinde insan unsurunun kısaca açıklamaya çalıştığımız hak ve hürriyetlerle donanmış olması Türk devletinin kuruluş tarzı ile ilgilidir. Bozkır Türk devleti herhangi bir ailenin kılıç zoru ile meydana getirdiği bir yığınlar topluluğu değil, fakat idarecilerle işbirliği yapan geniş halk kütlelerinin gayretleri, iştiraki ile gerçekleşen bir siyasî teşekküldü. Türk devletinin nasıl kurulduğu meselesine, II. Gök-Türk devletinin meydana gelişini anlatan kitabelerdeki satırlar ışık tutacak mahiyettedir: "Babam Kağan (İlteriş) 17 er ile harekete geçti. Haberi işiten dağdakiler, ovadakiler toparlanıp geldiler, 70, sonra 700 kişi oldular... (Hakanlığı) atalarımın törelerine göre kurdular..." (Kül-Tegin, Bilge), "Gelenlerden bir kısmı atlı, bir kısmı yaya idi", "Davete katılanlardan biri de bendim" (Tonyukuk).

Böyle kurulan bir devlette tabiatiyle halk hak ve hürriyetini isteyecek ve başında bulunanlardan bekleyecekti. Türk devletinde halkın bu istekleri törenin tatbiki ile gerçekleşiyordu. Genellikle "kanun" mânasına alınan töre (aslı, törü) eski Türk hukukî hükümlerinin bütünü olup sosyal hayatı düzenleyen "mecburi" kaideleri ihtiva ediyordu. Orhun kitabelerinde "töre" kelimesi 11 yerde geçmekte, bunun 6'sında "il" ile birlikte kullanılmaktadır. Diğer 5 yerde de yine "il" ile alâkası açıkça belirir. Demek ki, Türk devleti kanunlara (töre hükümlerine) bağlı bir kuruluştur. Devletin varlığı töre ile kaimdi: "... Devleti ellerine alıp töre'yi tesis ettiler... Ey Türk Bodunu! Devletini, töreni kim bozabilir?.. Kazandığımız devlet ve töremiz öyle idi... Devletini, töresini terk etmiş... O (İlteriş) atalarının töresine göre bodun teşkilâtlandırdı... Töre gereğince amucam tahta oturdu..." Töre hükümleri değişmez kalıplar değildi. Türk hükümdarları, yerine ve zamanın icaplarına göre ve tabiî "meclis"lerin tasvibi alınmak üzere, yeni hükümler getirebilirlerdi. Asya Hunlarında Mo-tun, Gök-Türklerde Bumin ve İlteriş ve Tuna Bulgar devletinde Krum böye yapmışlardı (Krum Hanın kanunları). Bütün Türk lehçelerinde ortak olan ve sonra Moğolcaya da geçen töre tabiri şimdiki bilgimize göre Tabgaçlar'dan beri mevcuttu ve asli söylenişi olan törü şeklinin daha eski bir devre götürülmesi mümkündür (Yasa kelimesine temel teşkil eden yasa (mak) "yapmak" fiili, Türk kitâbe ve kayıtlarında yalnız bir defa geçer: "Tengri yasar - Tanrı düzenler, yapar". Bundan türetilen yasak, casah sözü, "kanun" anlamında Moğolcada da mevcut olup, bugün kullanılan yasa kelimesi bunun kısaltılmış şeklinden ibarettir.)

Hükümleri maalesef o çağlarda tedvin (codification) edilmemiş olan törenin ana-yasa mahiyetindeki prensipleri, Kutadgu-Bilig'in yardımı ile tesbit edilebilmektedir. Bu prensipler şunlardır: Könilik (adalet), uz'luk (iyi'lik, faydalılık), tüz'lük (eşitlik) ve kişilik (insanlık, üniversel'lik).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
KÜLTÜR VE TEŞKİLAT (SOSYAL YAPI-İNSAN UNSURUNUN DEVAMI)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» KÜLTÜR VE TEŞKİLAT (SOSYAL YAPI-İNSAN UNSURU)
» KÜLTÜR VE TEŞKİLAT (SOSYAL YAPI)
» KÜLTÜR VE TEŞKİLAT (SOSYAL YAPI-İL)
» KÜLTÜR VE TEŞKİLAT (SOSYAL YAPI-İSTİKLAL KAVRAMI)
» KÜLTÜR VE TEŞKİLAT (SOSYAL YAPI-ÜLKE KAVRAMI)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Ülkücü Forum :: Ülkücülük ve Turan-
Buraya geçin: