1- İstiklâl Kavramı
Bilindiği üzere, devlette gerçek istiklâl, bunun yalnız idareci zümrece istenmesi ile değil, aynı zamanda halkın da aynı şuur içinde bulunması, yani istiklâl düşüncesinin bütün toplulukta müşterek bir arzu halinde var olması şeklinde belirir. Böyle bir ortak şuur Bozkır Türk cemiyet ve devletinde çok eskiden beri mevcut olmuştur. Türk gurupların her gittikleri yerde, beylik, hanlık gibi hür ve müstakil siyasî teşekküller kurmaya çalışmaları bunu gösterdiği gibi, çeşitli ülkelerde buna muvaffak olmaları da istiklâl düşüncesi üzerinde ısrarlarına delâlet eder. Eski Türklerde istiklale verilen değer bazı tarihi kayıtlarla da tesbit edilmiş durumdadır: Asya Hunlarından M.Ö. 58'de cereyan eden hadise dolayısıyle Çin yıllığı Shi-ki Hun devlet meclisinde yapılan şu konuşmayı nakleder: "Bizim için tâbiiyet yüz kızartıcıdır. Atalarımızdan toprakla birlikte devraldığımız istiklâlimizi Çin ile uzlaşmak bahasına feda edemeyiz. Mücadele edecek savaşçılarımız halâ mevcut iken devletimizi korumalıyız". Orhun kitabelerinde, "Kaganlık" tâbiri ile ifade edilen "devlette istiklâl" düşüncesine karşı duyulan ilgi daha sarih bir şekilde dile getirilmiştir: "İl'i olan bir bodun idim, şimdi il'im nerede? Kaganlık bodun idim, hani kaganım?". İstiklâlden mahrum kalınca "Bey olmaya lâyık oğlu kul, hatun olmaya lâyık kızın cariye" olduğundan yakınan Bilge Kağan Türk devlet ve istiklâlinin devamlılığına inancın şu sözlerle ifade etmiştir: "Yukarıda gök çökmedikçe, aşağıda yer delinmedikçe Türk bodununun il'ini, töresini kim bozabilir?". Bu tarihi belgeler, devlette gerçek istiklâl kavramına uygun olarak, bu düşüncenin, idarecisi ve halkı ile Türk topluluğunda ortak bir değer taşıdığını ortaya koymaktadır.