Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  PortalPortal  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 


 

 Kuran Kerime Göre Cennet Nasıl Bir Yer

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
SancaR 03
YÖNETİCİ
YÖNETİCİ
SancaR 03


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 955
Nerden Nerden : Eskişehir
Kayıt Tarihi Kayıt Tarihi : 31/10/08

Kuran Kerime Göre Cennet Nasıl Bir Yer Empty
MesajKonu: Kuran Kerime Göre Cennet Nasıl Bir Yer   Kuran Kerime Göre Cennet Nasıl Bir Yer EmptyC.tesi Ocak 10, 2009 5:49 pm

cxKuran Kerime Göre Cennet Nasıl Bir Yer

26/11/2006 - Cennet Nasıl Bir Yer?
Cennete Giriş

Cennetin kapıları açılınca, güzel koku­larının meltemi ve akar sularının hoş sesi dal­ga dalga yayılır. Yüzünü ve bütün bedenini âdeta okşar durur. Cennetin hoş rayihaları, keskin misk kokusu, kırmızı zaferanı, sarı kâfuru ve gri anberi, meyvelerinin nefis koku­ları, güzelim ağaçları, okşayıcı meltemleri her tarafta dolup taşar. Bu güzel kokular ve esinti­ler, koku alma duyunda birbirine karışır, nihâyet bey­nine ulaşır, hoşluğu kalbini doldurur, oradan da bütün or­ganlarından taşar. Gözünle Cennet köşklerinin güzelliğine, yeşil zümrüt­ten, kırmızı yakuttan, beyaz inciden büyük taş­larla örülmüş binalarına bakarsın. Nuru, parlaklık ve güzel­liği her tarafı kaplamıştır. Allah onları berraklık ve parlak­lıkta mükem­mel yaratmıştır.

Bu ve Cenneteki diğer şeylerin nuru birbi­rine karışmış­tır. Oraya girdiğinde, çok büyük nimetlere ereceğini ve Rabbinin cemalini sey­redeceğini bildiğinden, gönlün se­vinçle do­larak Allah’ın perdelerine bakarsın. Cennet ha­valarının ve rüzgarlarının hoş kokusu, manzarasının par­laklığı, meltemlerinin tatlı rayihası ve okşayıcı serinlği bir araya gelmiştir. Bu, yüzüne ilk deyip okşayacak olan güzel esin­tilerdir.

Nurlu Kafile

Düşün bir kere! Cennete girmekle mes­rursun. Kapısı­nın, senin ve seninle birlikte di­ğer Allah dostları için açıldı­ğını biliyorsun. Sevincin, baktığında gördüğün gözalıcı gü­zel­liği, ondan yayılıp gönlüne kadar ulaşan hoş kokusu, yüz ve bedenini okşayan nefis havası ve serin melteminden ileri gelmektedir. Düşün bir kere! Allah sana bütün bu şeyleri ihsan et­miş. Bu manzara karşısında sevincinden ölsen bile sana çok görülmez. Nihayet melekler Cen­netin kapısını açınca, senin ve seninle beraber diğer Allah dostlarının yüzüne gülümseyerek sizi karşılarlar. Sonra Allah’ın izzetine yemin ederek yaratıldıkları günden beri ancak bu an­da ve sizin için güldüklerini söylerler.

Sonra size “Selâmün aleyküm!” diye sesle­nirler. Mü­kemmel sûretleri ve parlak nurları yanında bir de güzel nağmelerini, hoş sözleri­ni, tatlı selâmlarını bir tasavvur et! Sonra se­lâmlarına şu sözleri de eklerler: “Tertemiz gel­diniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!” (Zümer Sûresi: 73) Cennetlikleri, her türlü kir, pas, kin ve sinsilik gibi maddî ve manevî pis­likten temiz olmak ve dinî ve dünyevî bütün kötülüklerden uzak bulunmakla överler. Sonra Allah adına, O’nun saadet yurdu olan Cennete girmelerine izin verirler. Sonra orada sonsuza dek kalacaklarını bildirerek: “Tertemiz geldi­niz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!” (Zümer Sûresi: 73) derler.

Sen ve seninle birlikte Allah’ın sevgili kul­ları bunu işi­tince içeri girmek için kapıya ko­şarsınız. Kapılar girenlere dar gelir. Tıpkı Utbe bin Gazvan’ın Hz. Peygamber (s.a.v.)’den naklen belirttiği gibi: “Cennetin kapısından sı­kışa­rak girmeleri benim için şefaatimden daha önemlidir.” Cennetin kapısı izdihamdan dolayı sıkışır. Kırk senelik yü­rüyüş genişliğinde olan kapının, Rahman’ın dostlarının kalabalı­ğına dar gelmesini ne sanıyorsun? Yakut ve inciden yapılmış saraylarının güzelliğini göre­rek koşan bu kalabalık ne değerli bir kala­balıktır!

Düşün bir kere! Mahşerin o kalabalığı içe­risinde Allah seni affetmiş. Cennetin kapısına doğru koşanlarla birlikte koşuyorsun. Temiz­lenmiş vücutlarla parlamış ve dolunay gibi aydınlanmış yüzlerle sevinenlerle birlikte se­viniyorsun. Vücutlarından güneşin ışınları gi­bi nurlar saçılmaktadır! Sen Cennetin kapısını geçip toprağına ayak bastığında bakarsın ki, o keskin bir misk ve üzerinde olgun bir zaferan yeşer­miştir. Misk, gümüş gibi parlak bir zeminin üzerine serpil­miştir. Etrafında da za­feran bitmiştir.

Ölümsüzlük Yurduna İlk Adım

İşte bu, azap ve ölümden emin olarak ölüm­süzlük top­rağına attığın ilk adımdır. Sen misk toprağı ve zaferan bah­çesi içerisinde adım adım ilerliyorsun. İki gözün, ağaçlarının güzelliğinden ve manzarasının göz alıcılığın­dan doğan inci gibi parlak güzelliğine takılıp kalmıştır. Sen işte böyle zaferan bahçelerin­de ve misk yığınları içindeki Cennet toprak­larında gezerken birden Cennetteki zevcelerin, ço­cukların, hizmetçi ve uşakların arasında -Ali bin Ebî Talib’ (r.a.)’ın belirttiği gibi- “Fa­lanca geldi!” diye seslenilir. Hepsi de seni kar­şılamaya gelirler. Tıpkı dünyada kayıp kişisi­nin geldiği kendisine müjdelenen bir kimsenin sevindiği gibi senin gelişinden dolayı sevinir­ler.

Sen saraylarına bakarken, birden onların tatlı seslerini ve hoş karşılayışlarını duyar­sın. Bundan dolayı sevincinden uçar gibi olur­sun. Onların senin hakkındaki tezahürat sesle­rini duyduğunda hissettiğin sevinçle kendinden geçerken, uşaklar sana doğru hızla koşarlar. Cennet çocukları yo­lunda saf bağlarlar. Uşak­lar sana doğru gelirlerken, sabır­sızlıktan zevcelerini bir telaştır almıştır. Her birisi se­nin geli­şini görüp, dönerek kendisine haber vermek ve bu sevinçli müjdeyi kendisine ulaş­tırmak için birer hizmetçisini gönde­rir. Seni karşılamadan önce hizmetçiler seni görürler. Sonra her eşinin hizmetçisi koşarak yanına döner. Senin gelişini kendisine müjdelediğin­de her birisi hizmetçisine: “Sen ger­çekten onu gördün mü?” diye şiddetli sevincinden inana­mayacak. Sonra her birisi başka bir hizmetçi gönderir. Se­nin geldiğine ilişkin peşpeşe müj­deler kendilerine gelince, sevinçten yerlerinde duramazlar. Eğer Allah çadırlarından dışarı çıkmamayı kendilerine zorunlu kılmasaydı se­ni kar­şılamak üzere bizzat çıkacaklardı. Nite­kim Mevlân şöyle buyuruyor: “Otağlar içinde sahiplerine tahsis edilmiş huriler vardır” (Rah­man Sûresi: 72) Ellerini kapılarının kenarına dayayıp başlarını dışarı çıkarırlar ve çehrenin ne zaman kendilerine görüneceğini, uzun has­retlerinin ve şiddetli özlemlerinin ne zaman di­neceğini, gözlerinin nuru, rahatla­rını kaynağı, Rablerinin dostu ve Mevlâlarının sevgilisini görecekleri anı dört gözle beklerler.

Sen saraylarının parlak güzelliğine bakarak misk tepe­leri ve zaferan bahçeleri arasında ge­zinirken, uşakların olanca nur ve güzellikle­riyle seni karşılarlar. Huzuruna ge­len ilk uşa­ğını öylesine büyük görürsün ki, Rabbinin me­leklerinden biri sanırsın. O sana şöyle der: “Ey Allah’ın dostu! Ben sadece senin bir hizmetçinim. Senin emrine verildim. Benden baş­ka yetmiş bin uşağın daha vardır.” Sonra parlaklık ve nurlarıyla hizmetçiler birbirini takip eder. Her biri seni saygıyla selâmlar.

Cennet Saraylarına Varış

Sen Cennette iken gönlünün sevincini bir düşün! Uşakların, huzurunda ayakta bekle­mekte, sana saygı gös­termektedirler. Arkasın­dan sedeflerindeki incileri andıran hizmetçile­rin seni karşılayıp selâmlıyorlar. Sonra gelip hu­zurunda divan duruyorlar. Daha sonra uşak ve hizmetçiler kafilesi arasında ihtişamla yü­rüyorsun. Sana, saraylarına, Mevlân ve Sulta­n’ının senin için hazırladığı nimetlerin ya­nına kadar refakat ediyorlar. Sarayının kapısına geldiğinde, perdedarlar kapıyı açıyorlar, per­deleri kaldırıyorlar. Hepsi de sana saygı ve ta­zim göstererek ayakta bekliyorlar. Sa­raylarının kapıları açılıp salonlarının parlak güzelliğin­den, süslü ağaçlarından, nefis bostanlarından, parlak avluların­dan, aydınlık odalarından per­de kaldırıldığı zaman göre­ceklerini bir tahayyül et!

Sen bütün bunlara bakarken, birden bire hizmetçilerin zevcelerine yüksek sesle müjdeyi iletiyorlar: “Bu falan oğlu falandır. Sarayının kapısından içeri girmiştir!” Onlar senin geliş ve saraya giriş müjdeni duyar duymaz, perdeler ar­kasındaki karyolalarına serili yatakla­rından aşağı atlarlar. Çadırlar ve kubbelerinin altında gözlerin onlara bakmakta­dır. Seni gör­meye karşı duydukları sevinç ve özlemin ken­dilerini nasıl da hafifleştirdiğini ve yatakların­dan inişlerini görmektesin. O nazlı, niyazlı, hüsün ve cemalli güzellerin çalımla ileri doğru atılışlarını bir tasavvur et!

Güzel çehreleri ile, hülle ve ziynetleri içeri­sinde, vücut­ları nazla beslenip büyütüldükle­rini gösterir biçimde her birisinin hızla ileri atıldığını bir düşün! Mükemmel kametiyle di­vanından kubbesinin salonuna ve çadırının or­tasına ini­şini bir göz önüne getir! Çadır ve kubbelerinin kapısına ulaşıncaya kadar hızla ilerlerler. Sonra sen gelinceye kadar içinde bekletildikleri çadır ve otağlarının kapısının yanlarına ellerini dayarlar. Böylece ayakta du­rup baş ve çehrelerini dışarıya uzatırlar. Senin gelişinden dolayı sevinç ve neşeyle dolu bir kalb ve büyük bir merakla sana bakarlar.

Ceylan Gözlü Güzeller

Gönlünün sevinci ve kalbinin neşesiyle du­rumunu bir düşün! Gözlerin onlara ilişmiş, güzel yüzlerine ve nazlı göz­lerine bakışın ta­kılmış. Onlarla yüz yüze gelince gözlerin şaşar, gönlün sevinçle taşar, gözlerinin gördüğü, gönlünün hissettiği saadet duygusunun doldur­duğu kalbinin heyeca­nından şaşkın ve ken­dinden geçmiş gibi kalakalırsın. Sen onlara doğru haşmetle yürürken, birden bire otağları­nın kapısına kadar gelirsin. Onlar da hızlıca ve telaşla sana doğru gelirler. Aşk ve muhab­bet onları hafifleştirmiştir. Vü­cutlarının nazla beslenmesinden ve cisimlerinin ahenk ve mü­kemmelliğinden salınarak yürürler. Sonra on­lardan her biri sana şöyle seslenir: “Sevgilim, bize geç gelmene sebep olan nedir?” Sen şöyle cevap verirsin: “Allah şu şu günahımdan do­layı beni o kadar çok bekletti ki, ben size ka­vuşamayacağımı sandım.” Sündüs ve ipek giysiler içeri­sinde, sana olan özlem ve sevgile­rinden aceleyle yürüdük­leri için lüks elbiseleri­nin eteklerini misk zemini üzerinde sürüyerek etrafa hoş koku yayılmasına ve zaferan otları­nın dalgalanmasına sebeb olurlar. Onlardan en önde olanı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in buyurduğu gibi, parmak uçlarını, bilek­lerini ve yüzükle­rini sana uzatır.

Kâfur ve zaferandan yaratılmış, binlerce sene nazla beslenmiş parmakların güzelliğini bir düşün! Ellerini sana uzattığında nasıl bir nurla parladığını ve nasıl bir ışık saçtı­ğını bir tasavvur et! Parmaklarını parmakların arasına aldı­ğında, nazla ve niyazla beslendiğinden ipek gibi yumuşaklı­ğıyla neredeyse parmakla­rın arasından kayacaktır. Ellerine dokunmak­tan aldığın latîf ve hoş duygu gönlüne ulaşır ulaşmaz sevincinden aklın uçar gibi olur. Son­ra onun nazlı ve niyazlı bedenine elini uzatı­yorsun. O da seni bağrına basıyor. Elini boy­nuna doluyorsun. Ellerin gerdanlıklarına deği­yor. Birbirinizi candan kucaklıyorsunuz. Seni bağrına bastığında, cisminin nazlılık ve nazeninliğinden âdete garkoluyorsun. Onun hüsn-ü cemalinden ve kucaklama lezzetinden duy­duğun hazzı bir düşün!

Sonra onun güzel ve hoş kokusunu kok­larsın. Gönlün ondan başka her şeyden geçer. Öyle ki ona dokunmadan ve hoş kokusunu al­madan ötürü ruhuna ulaşan sevince gark olur ve sürurla dolar. Sen bu hâldeyken birden bire diğerleri de yanına üşüşürler, seni kucaklar ve buseler kon­dururlar. Yüzün, onların buseler konduran gonca misali ağızlarıyla dolar. Yüz güzellikleri seni kaplar. Saçlarıyla vü­cudunu örterler. Hoş kokuları burnunu doldurur. Onlar böyle, seni öpüp koklarlarken ve nazlı beden­leriyle kucak­larlarken bir düşün! Sana olan de­rin sevgileri ve uzun öz­lemleri nedeniyle sana sarıldıklarında büyük bir mutluluk hissederler. Seni bırakmak istemezler ve senin hoş ve ne­fis kokunla saadete gark olurlar.

Allah’ın Vaadi Haktır

Sürur ve saadet gönlünde iyice yer edip, ne­şenin lezzeti bütün bedenine yayılınca, Al­lah’ın (dünyada) sana olan vaadini hatırlarsın. Bunun üzerine sana verdiği sözü ger­çekleşti­ren ve vaadini yerine getiren Allah’a yüksek sesle hamd edersin.

Sonra, iyi işlerde çaba ve gayretinle onları Allah’dan istediğini hatırlarsın. İşte sen onları öpüp koklarken dün­yada işlediğin o salih amellerinin mükâfatıyla yüzyüzesin: “Çalışan­lar böylesi bir başarı için çalışsın!” (Saffat Sûresi: 61) Sonra onlar sana, sen de onlara öv­güler yağdırırsınız. Sonra hepsi, güzel huylarıyla hayatını şenlendireceklerini yüksek sesle şöyle dile getirirler: “Biz hoşnut olanlarız, hiçbir zaman kızmayız. Biz karar kılmışlarız, hiçbir zaman göçmeyiz. Biz ebedî yaşayanlarız, hiçbir zaman ölmeyiz. Biz nimetler içinde nazla büyüyenleriz, hiçbir zaman sıkıntı çek­meyiz. Müjdeler sana, sen bizimsin, biz de se­niniz!” Sonra onlarla birlikte yürümeye devam edersin. Sen huri­lerden, vildan ve hizmetçilerden meydana gelen kafilenin arasında yürür­ken ne güzel bir manzara arzedersin!

Nihayet bazı otağlarının yanına varırsın. Yakut ve züm­rütle süslenmiş içi boş bir tek inciden meydana gelen bir çadır görürsün. İçi­ne bir göz atarsın. Yataklarını, halılarını, yas­tıklarını, odalarının güzel yapılmasını görürsün. Binaları, inci ve yakuttan büyük taşlar üzerin­de katlar hâlinde örül­müştür. Sonra astarları ipek ve atlastan olan döşekler serili ve bütün yüksekliğiyle tahtını bulursun. Çarşaflarının yü­zünden yoğun bir nur yükselmekte, kenarla­rındaki ipek ve dibactan yeşil tüylerin güzelli­ği göz kamaştırmaktadır. Bu­rası özel meclis fasıllarının yapıldığı yerdir. Bunlara bak­tıkça gözlerin şaşar. Sonra tahtından, zevcele­rin için kurul­muş özel mahfili seyredersin. Orada bir zevcen karyolasın­dan yukarıdaki tahtına bakıp durmaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://osmanlitokadi.turcforumpro.com
SancaR 03
YÖNETİCİ
YÖNETİCİ
SancaR 03


Erkek
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 955
Nerden Nerden : Eskişehir
Kayıt Tarihi Kayıt Tarihi : 31/10/08

Kuran Kerime Göre Cennet Nasıl Bir Yer Empty
MesajKonu: Geri: Kuran Kerime Göre Cennet Nasıl Bir Yer   Kuran Kerime Göre Cennet Nasıl Bir Yer EmptyC.tesi Ocak 10, 2009 5:49 pm

Küçük Birer Cennet: Huriler


Kapıların, perdelerin, kubbe ve salonunun güzelliğini bir düşün! Güzel yataklarıyla, tahtlarıyla, sütunlarıyla, yük­sekliğiyle, halılarıyla ve kurulu otağlarıyla hepsini bir tasav­vur et! Yatağına yaklaştığında, tahtınla birlikte du­rursun. Zevcen önce oraya çıkar. Sen de peşinden çıkarsın. Oraya çıkınca karşı karşıya oturursunuz. Bu şekildeki manzaranız ne güzeldir!

O, yüzünün hüsn-ü cemali ve cisminin nazlılığıyla kıymetli elbiseleri ve ziynetleri içeri­sinde, kolunda bilezik­leri, parmağındaki yü­zükleri, ayağındaki halhalları, belin­deki ke­merleri, inci ve cevherle süslü atkıları, boy­nundaki gerdanlıkları, bütün bunların üzerinde başındaki inci ve yakutla süslenmiş tacı, tacı­nın altından ve omuzları üzerin­den eteklerine ve ayaklarına kadar serpilmiş saçı bulun­mak­tadır.

Sen onun ayna gibi olan boynunda kendi yüzünü, o da senin boynunda kendi yüzünü gö­rebilmektedir. Cennet çocukları çadırının et­rafında senin ve zevcenin hizmetini beklemek­tedirler. Otağının kenarlarından ağaç dalları mey­veleriyle sarkmakta, sarayının etrafında ırmaklar muntazam bir biçimde akmakta, o ır­maklardan kollar otağının üzerine uzanarak, şarap, bal, süt ve selsebilini sana sunmaktadır. Senin ve zevcenin güzelliği doruğa ulaşmış bulunmaktadır. Sen de ipek ve sündüsten elbi­seler giymiş, vücudunun her mafsalına altın ve inciden bilezikler takmışsın. İnci ve ya­kuttan mamül tacın, başının üzerinde durmaktadır. İnciden olan tacın çehreni nur ile parlatmaktadır. Husûsî Cennetin ve bütün sarayların senin vücudunun parlaklığından ve yüzünün nurundan pırıl pırıl aydınlanmakta­dır.



Cennet Irmakları

Sarayların şeffaf olup içeriden dışarıyı gösterdiği için bütün zevcelerini ve hizmetçile­rini, saraylarının bütün binalarını görebilmek­tesin. Ağaçlarının meyveleri üze­rine kadar sarkmakta, şarap ve süt ırmakların altından, su ve bal ırmakların ise üzerinden akmaktadır. Sen zevcele­rinle birlikte koltuklarında oturmak­tasınız. Kapılarının kanat­larını açmış, üzerine ise otağının perdesini çekmişsin. Hiz­metçiler ve Cennet çocukları çadırının etrafını sarmış­lar. Sen onların Rabbine olan tesbih seslerini işitmektesin. İçin­den geçen her şeyden anında haberdar olur ve canının çektiği ve arzu ettiğin her türlü nimet ve ikramı getirip sana sunmak­tadırlar.

Sen ve zevcen, en mükemmel şartlarda ve eksiksiz ni­metler içerisindesiniz. Onun hüsn-ü cemal ve mükemmelli­ğine baktığında hayret­ten hayrete düşüp gözlerine inana­mazsın. Güzelliğinden dolayı kalbin coşar. Sevimliliğinden dolayı gönlün kendisine ısındıkça ısı­nır. Sen koltuğunun üzerinde otururken, o senin nedimin olup, birlikte Cennet içeceklerinden içersiniz, inciden kadehler ve gümüş gibi be­yaz cam sürahilerle birbirinize Cennet şarabı, selsebil ve tesnîm ikram etmektesiniz. Onun elindeki yakut ve inciden kadehi bir göz önüne getir!

İnci gibi parlayan güzel dişleriyle gülümse­yerek sana kadehi uzatıyor. Parmaklarının nu­ru, yüz ve gerdanının nuru, Cennetin nuru ve karşıda duran senin yüzünün nuru birbirine karışarak kadehe yansıyor. Parmakları arasın­daki kadehte, kadehin parlaklığı, şarabın par­laklığı, yüz ve ger­danının parlaklığı, dişleri­nin parlaklığı toplanıyor. Senin gibi Cennette yaratılışı mükemmel ve henüz tüyleri çıkma­mış bir delikanlı hâline gelen, parlak yüzlü, bembeyaz ci­simli, şık elbiseli; içine yakutun kırmızılığı, incinin beyazlığı karışmış som altından yapılmış sarı ziynetli bir gencin (ken­dinin) saçlarını ne zannedersin! Zevce olarak sana ihsan edilen o gül yüzlü de ne güzeldir!

Çocuk gibi masum, cana yakın, hoş sözlü ve mükem­mel yaradılışlıdır. Yüzünün güzelli­ği ne harikadır! Göğüsleri ne beyaz, bedeni ne zariftir! Nazla beslenip büyütülmesi kendisine mükemmel bir letâfet ve nezâket kazandır­mıştır. Ceylan gözleriyle nazlı nazlı sana bak­makta, tatlı ve açık sözleriyle seninle konuş­makta, aşk, sevgi ve coşkuyla seninle oynaş­maktadır. Elinde, sadeliği ve cisminin in­celi­ğiyle şeffaf ve eşsiz yakuttan veya gölgesiz saydam inciden bir kadeh bulunmaktadır. Elinin güzelliği ve yüzüklerinin nuruyla kade­hin güzelliğine daha bir güzellik katmıştır. Kendisinin beyazlığı, içeceğin beyazlığı, tuta­nın elinin be­yazlık ve güzelliğiyle kadehin gü­zelliğini bir tasavvur et! İnci, yakut veya gü­müşten olan kadehin onun mükemmel par­makları arasındaki manzarasını bir göz önüne getir. İnci gibi güzel dişleriyle gülerek kadehi sana uzatıyor. Parmak­larının nuru, yüz ve ger­danının nuruyla birlikte kadehe yansıyor.

Nur Üstüne Nur

Sen karşısında oturuyor ve sen de gülüyor­sun. Elindeki kadehin üzerinde, senin nurun, kadehin nuru, içeceğin nuru, onun yüzünün, gerdanının, gülüşünün nuru ve Cen­netin nuru bir araya geliyor. Kadehi bütün bu nur ve ışık­larla bir tasuvvur et! Ellerinde pırıl pırıl parlı­yor. Ellerindeki bütün yüzük ve bilezikleriyle kadehi sana uzatıyor. O ne tatlı uzatma ve ne göz alıcı el!

Sonra o güven, lezzet ve sevinç ülkesinde peş peşe şa­rap kadehlerini sunuyor. Sen de elinden alıyor, dudakları­nın üzerine koyuyor ve yudum yudum içine çekiyorsun. Neşesi ta kalbine kadar sirayet ediyor. Lezzeti organları­na yayılıyor. Ondan daha önce hiç tatmadığın bir haz ve lez­zet alıyorsun. Cennet çocukları etrafında hizmet için ayakta durmaktadır. Bu­nu düşün! Elinden kadehi alıp içersin, ar­kasın­dan ellerinle ona geri verirsin, o da gülerek ve güzel elleriyle senden alır. Bu ne tatlı gülüş­tür! Böylece kadeh ellerinizde dolaşıp durur. İçeceğin nuru yanaklarına yansır. İkiniz de yüksek sesle Mevlânız ve Efendinize hamd ve tes­bih edersiniz. Çocuklar ve hizmetçiler de si­ze cevaben tes­bih ve tehlil (lâ ilâhe illallah) seslerini yükseltirler. O saray ve otağlarda, nağmelerle yükselen o ses ne güzeldir! Siz böyle lezzet ve sevinç içerisindeyken, yüz yıl­lar geçmiş ve siz kalblerinizin nimetlerle meş­gul olmasından farkında bile olmamışsınız.

Ziyaretçi Melekler

Birden grup grup melekler ziyaretine ge­lirler. Rabbinden kıymetli ve latif hediyeler getirirler. Rabbinin bu elçileri sarayını bekle­yen nöbetçiler ve hizmetine amade uşakların yanına vardıklarında onlardan, yanına varmak ve Mevlândan sana getirdiklerini takdim etmek için izin ister­ler. O zaman nöbetçi ve perdedarların Rabbinin melekle­rine şöyle derler: “Al­lah’ın dostu, eşleriyle birlikte meşgul ve isti­rahattadır. Biz ona olan saygı ve tazimimizden rahatsız etmek istemiyoruz.” İşte büyük ve yü­ce olan Rabbin bu gerçeğe şu âyetiyle işaret buyuruyor: “...Cennetlikler, ger­çekten nimetler içerisinde sefa sürerler.” (Yasin: 55) Müfes-sirler bu âyeti işaret ettiğimiz şekilde açıklar­lar. Bu ne bü­yük nimet, ne muazzam saltanat ki, Rabbinin elçileri bile yanına varmak için izin isterler!

Cennetinde dostlarının şanını yücelten Rabbin bu sal­tanata şöyle işaret buyuruyor: “Ne yana bakarsan bak yı­ğınla nimet ve ulu bir saltanat görürsün” (İnsan: 20) Bu âyetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Bu saltanat me­leklerin kendilerinden izin istemelerine işaret­tir. Kapıda Allah’ın gönderdiği elçi şöyle ses­lenir: “Ey Allah’ın dostu, iznin alınmadan ya­nına girilemez. Ey Allah’ın dostu, sen Al­lah’ın rızasına ermişsin, saltanat, arzu ve ha­yallerinin zirvesine ulaşmışsın.”

Perdedarlarının, yanına varmaları için sen­den izin is­temeyeceklerini söylediği zaman melekleri ve şu sözlerini bir tahayyül et: “Biz ona Allah tarafından gönderilen elçile­riz. Rabbinden birçok hediye ve armağanlarla geldik.” O zaman perdedarların hemen davranırlar ve yanına varma­ları için senden izin isterler. Perdedarlarının o andaki du­rumlarını bir düşün! Kapıyı çalmak üzere ellerini kırmızı altın tah­talar üzerinde inci ile süslenmiş yakuttan hal­kaya uzatır ve sarayının kapılarını çalarlar. Yakuttan halkalar inci ve zümrütten olan sara­yının kapısına değince, duyabildiğin en güzel sesten daha güzel bir ses çıkarırlar. Bu sesi du­yanların kulakları haz, gönülleri neşeyle dolar. Ağaçlar ka­pının bu sesini duyunca meyveleri birbiri üzerine eğilir. Bundan da hoş ve nefis kokulu bir meltem yayılır. Sen yü­zünün cema­li ve nurunun parlaklığıyla otağından dışarı çıkarsın. Perdedarlar sana doğru koşarak gelir­ler. Hürmet­lerinden ve nurunun gözlerini ka­maştırmasından dolayı gözlerini kaldırıp sana bakamazlar. Şöyle derler: “Ey Allah’ın dostu, Allah’ın sana gönderdiği elçiler kapıda bekli­yorlar. Yanlarında Rabbinden getirdikleri kıy­metli hediyeler vardır.” Sen onlara şöyle ce­vap verirsin: “Mevlâ’nın elçile­rine izin ve­rin!” Sen izin verir vermez, kapıcılar kendile­rine sarayın kapısını açarlar. Sen koltuklarına yaslanıyorsun. Senin oturma salonuna girerler.

Cennet çocukları önünde el pençe divan durmuşlardır. Melekler, güzel sûretleriyle elle­rindeki hediye­ler parıldayıp nurlar saçarak sa­na doğru gelirler. Değişik kapılardan bulundu­ğun yere girerler ki, Rabbinin sana ver­diği, “her kapıdan bir selâm” sözü gerçekleşsin. Her kapı­dan güzel nağmeleriyle “Esselâmü aleyküm!” diyerek sana selâm verirler. Sonra da şunu eklerler: “Ey Allah’ın dostu! Rabbin sana selâm söylüyor. Sana bu hediye ve arma­ğanları gönderdi.”

Beklenmeyen Yeni Mutluluklar

Rabbinin sana olan armağan ve lütufları karşısında kalbinin sevincini bir düşün! Melekler yanından ayrılınca, Allah’ın sana bir nimeti olan zevcene bakarsın. Gözlerin şaşa­kalmış, sevincin kat kat artmıştır. Sen onunla birlikte son derece sevinç ve mutluluk içinde bulunurken, Allah’ın senin için yarattığı bir başka zevcenden en güzel bir nağme ve en tat­lı bir ifadeyle şöyle bir çağrı gelir: “Ey Al­lah’ın dostu, bizim senden nasibimiz yok mu­dur? Bize de bakma zamanın gelmedi mi?”

Kulakların onun güzel sözleriyle dolar dolmaz, güzel nağmesine karşı içinde doğan aşk ve sevgiden dolayı nere­deyse kalbin yerinden uçar. Hemen cevap verirsin: “Allah hayrını versin, sen kimsin?” Hemen cevap verir: “Ben Al­lah’ın kendileri hakkında şöyle buyurduklarındanım: “...Onlar için ne mutluluklar sak­landığını hiç kimse bilmez.” (Secde Sûresi: 17)

Tahtından hızla inip otağının ortasına geli­şini bir göz önüne getir! Sonra emrine verilen Cennet çocuklarının ve hizmetçilerinle birlikte yürürsün. Onun da çocukları ve hiz­metçileri seni karşılıyorlar ve sana refakat edip inci ve ya­kuttan bir saraydaki kırmızı yakuttan yapıl­mış bir otağa seni götürüyorlar. Sen sarayının kapısına yaklaştığında uşak ve hizmetçilerin sana kapıları açıyorlar. Sen mutluluk ve se­vinç dolu olarak içeri giriyorsun. Sarayın kapısını, perdele­rin güzelliğini, uşak ve hizmetçilerin hüsün ve cemalini bir düşün!

Sonra eşinin seni çağırdığı sarayının kapı­sından içeri giriyorsun. Girer girmez gözlerin yeşil zümrütten olan du­varlarının güzelliğine, bahçelerinin, göz alıcılığına, yapısının çekicili­ğine, avlusunun parlaklığına takılır. Zevcenin içinde bulunduğu otağa bakıyorsun. Senin ve eşinin yüzünün nu­rundan zaten nuranî olan otağ daha da aydınlanıp parlar. O seni ipek, at­las ve erguvandan döşekler üzerinden seyre­der. Hemen tahtından iner. Sana olan şiddetli özlem onu hafifleştirmiş, aşk onu rahatsız et­miştir. “Merhaba!” diyerek saygı dolu ifadelerle seni karşılar. Sonra seni kucaklamak üzere yaklaşır. -Nitekim Enes bin Malik (r.a.) Hz. Peygam­ber (s.a.v.)’den, hurilerin Allah’ın dos­tunu karşılayıp onunla tokalaştığını söyledi­ğini nakletmiştir.- Olanca güzelliği ve eşsiz yüzükleriyle ipek gibi yumuşak ellerinin avucunda bulunuşunu bir tasavvur et!

Sen yüzünün güzelliği, cisminin nazlılığın­dan, saç telle­rinin parıldamasından duyduğun hayret ve hayranlıkla kendinden geçmiş gibi­sin. Sonra elinden tutarak birlikte senin kurulu tahtına geliyorsunuz. Birlikte tahta çıkıyorsu­nuz. Üzerinize muhteşem gerdek perdesi geri­liyor. Eşini kucaklıyorsun ve bu hâlde üzeri­nizden uzun zamanlar geçi­yor. Sonra hizmetçi Cennet çocukları, sürahi ve kadehlerle huzuru­nuza gelip el pençe divan durarak, saf hâlinde bekliyorlar. Sonra size sakîlik yaparak içecek ikram ediyor­lar.

“Katımızda Dahası Vardır!”

Siz bu şekilde sevinç ve neşe doluyken, birden başka bir sarayından başka biri ses­lenir: “Ey Allah’ın dostu! Bizim senden nasibimiz yok mu? Bizi özleyeceğin an gelmedi mi?” Sen hemen sorusuna soruyla karşılık ve­rirsin: “Allah hayrını versin, sen kimsin?” Sa­na şöyle cevap verir: “Ben aziz ve celil olan Allah’ın kendisi hakkında şöyle buyur­duğu kişiyim: “...katımızda dahası da vardır.” (Kaf Sûresi: 35) Bunun üzerine sen onun yanına va­rırsın. Böylece sa­raylarındaki, ölmez çocuklar ve itaatkâr hizmetçiler arasın­daki eşlerini tek tek ziyaret ederek sonsuz bir nimet ve mü­kem­mel bir sevinçle dolaşıp durursun. Her türlü sıkıntı senden uzaklaştırılmış. Her çeşit ek­siklik senden gide­rilmiş. Her türlü kirden temizlenmişsin. Orada ayrılık nedir bilmezsin. Çünkü Yüce Allah kalbine yönelerek üzün­tülere şöyle buyurmuştur: “Buradan yok olun ve sonsuza dek geri dönmeyin!” Sevince em­rederek şöyle buyurmuş­tur: “Burada yerleş, sonsuza dek ayrılıp gitme!” Hastalık­lara şöyle buyurur: “Bedeninden uzaklaşın, sonsuza dek de ona gelmeyin!” Sağlığa şöyle buyurur: “Bedenine yerleş, hiçbir zaman uzaklaşma!”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://osmanlitokadi.turcforumpro.com
 
Kuran Kerime Göre Cennet Nasıl Bir Yer
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Kuran na Göre Kıyamet ne zaman ve nasıl kopacak
» Hicret etmek zordur; ama cennet de ucuz değil!
» Müslüman Kız Nasıl Olmalı
» ÇANAKKALE SAVAŞINDA İLLERE GÖRE ŞEHİT SAYISI
» NASIL YAŞARSANIZ ÖYLE ÖLÜRSÜNÜZ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Dinimiz İslam :: İslamiyet-
Buraya geçin: